[vc_tta_tabs][vc_tta_section title=”Ben kimim?” tab_id=”1488536053571-2760be9e-a4f8″]

Ben çok ender görülen bir tür iltihaplı romatizmanın (ankilozan spondilit) teşhisi için, elinde dosyalar dolusu MR ve röntgenlerle, 10 yıl boyunca çalmadık kapı bırakmamış, alanında en iyi ortopedistlere gitmiş, akla zarar ameliyat önerileriyle sarsılmış, Canan Karatay ile tanışana dek, haftanın 4 gününü ameliyatta geçiren pek meşhur doktorlar dâhil “bir Allah’ın kulu”, şu fakirin ağrıyan kemiklerine odaklanıp D vitaminine bakmayı ve bir romatizma testi yapmayı akıl edememiş, ayakta nasıl durduğuna hayret edilmiş, işyerinde tüm gün bilgisayar başında, bazı anlar acıdan gözler yaşararak çalışmaya gayret etmiş, dolayısıyla hamileliğe yıllarca cesaret edememiş ve nihayetinde, “Beni, Türk Hekimlerine emanet etmeyiniz” diyecek ölçüde güvenini yitirmiş ve kaderine boyun eğmiş bir acemi anneyim.

36 yaşında anne olmuş, sabah 5’te uyanıp 6’da işe gitmek için İstanbul trafiğine çıkan, akşam 20’ye doğru eve gelebilen, ne evine ne yavrusuna enerjisi kalmamış, şu aralar taze ev hanımı, mutfağı az ama öz bilen, kendi ununu, sirkesini, turşusunu yapmayı “henüz” bilmeyen ama öğrenmeye azimli, bir garip Orhan Veli.


Tüm hikâyem için, sizi yan sekmeye alalım.

Tam bağımsız olarak, istediğini kaleme almak müthiş!

Burası benim özerk bölgem.
İktidar da benim muhalefet de.

Madem ki gluten de şu yaşamak meselesinin bir parçası ve ben ekmek, kurabiye olmadan kahvaltı edemiyorum (ahhh Selanik köklerim), bebeğime … süt dilimleri, içinde yoğurttan başka her şey bulunan meyveli yoğurtlar yedirmek istemiyorum; o halde tariflerimi de paylaşırım, emzikten biberona, mama tabağından pusete nelerden hoşlanmışsak ve nelerden sıtkımız sıyrılmışsa onları da…
Paylaşırım; beğenen alır beğenmeyen almaz.
Hiçbir firmayla alıp veremediğim yok, göbek bağım da öyle.
Dost, acı söyler.
Neyi sevip neyi sevmediysem, oğlumu büyütürken nerelere çarpa çarpa, kolumu bacağımı kanatıp yoluma devam ettiysem onları paylaşmak, biraz içimi dökmek, biraz da 15 yıllık yoğun bir çalışma hayatı ardından ev hayatına yumuşak geçiş yapabilmek için buradayım…
Kahveye beklerim efem…

[/vc_tta_section][vc_tta_section title=”Hikayem” tab_id=”1488536053625-3ca4f351-6f08″]

Vakti bol olanlar, buyursunlar…

Küçüklüğümden beri dizlerim ağrırdı. Hem de ne ağrı. İp atlayamaz, akranlarım gibi zıplayamazdım; yeterince esnemiyorlardı sanki. Çok doktora gittik; “boyu hızlı uzuyor, ergenliktendir” dediler, hâlbuki ilk semptomlar görüldüğünde henüz okula başlamamıştım. Dizlerim dışında eklem sorunu hatırlamıyorum, ama o ödem ve diz ağrılarını hiç unutmadım.

Ta ki 21 yaşımda, çömeldiğim yerden kalkarken, kalçamda ani bir bıçak darbesiyle, bacağım tutulana kadar. Günlerce kalkmadı sağ bacağım, ayağımı sürükleyerek yürüdüm; kalçama çatal saplanmış ve döndüre döndüre oyuluyor gibi bir his. “Sinir sıkışmasıdır” dedi doktorlar, bir süre sonra geçer gibi oldu, ama kalça eklemindeki, sanki kemirgen yapışmışçasına bir oyulma hissi hiç geçmedi. Zamanla, omurgam boyunca yayılan yanmalar (meğer yangı denirmiş onlara) ve sırtımda, belimde ciddi tutulmalar görüldü. Ağrılar boynuma da yerleşti. Sabit oturamaz, uyuyamaz oldum. Dizlerim davul gibi oluyor ve hiç çömelemiyordum. Uzun yola çıkmam gerekse, saatler evvel su içmeyi kesiyordum, yolda alafranga wc bulamam korkusuyla!

Bir zaman sonra, gece yarısı kalkıp Celebrex ağrı kesici içip öyle uykuya devam eder olmuştum. Ne zaman ki ani ölümler ve kalp krizi vakaları sebebiyle ilaç piyasadan toplatıldı, ben aspirin gibi ilaç içmekten öylelikle vazgeçtim.

O sırada bir doktorumun tavsiyesiyle Pilates ile tanıştım. Aylar sonra düzenli esneme hareketleriyle, bir hayli kısalmış olan sırt ve bel bölgesi kaslarımda rahatlama oldu. (Sabah 4’te kalkıp 1.5 saat, yerde uyuklayarak egzersiz yapıyordum, bir de akşam yatmadan evvel.) Ancak kalça, omuz ve diz ağrıları, aynen sürüyordu. Yıllar boyu önerilen ve gerekli/gereksiz aldığım ilaçları hiç saymayayım.

 

Her doktora ümitle gidiyor, her duyduğuma inanıyor ama başa dönüyordum. Dolayısıyla acımı yaşar ama doktora gitmez oldum. Her eklemimi ele geçiyordu ama ben müdahale edemiyordum. Yürüyüşüm iyice etkilenene dek, birkaç yıl hiçbir doktora gitmedim. Sonunda tavsiye üzerine gittiğim bir doktor, hemen her eklemimin filmini çektirdi ve akla zarar bir tezle noktayı koydu: Bir bacağın doğuştan 1.5 cm kısa, birini kesip törpüleyip yeniden yapıştıracağız, 3 ay yataktan kalkmak yok, 6 ay sonra da diğer bacağa aynı işlem yapılacak.

Kafam öyle karıştı ki ameliyat olayım, bitsin düşüncesiyle uyuşmuştum adeta. Ailemin sarsması ile kendime geldim ve bu defa bir arkadaşımdan ismini öğrendiğim bir başka doktora gittim. 10 yıllık bir koşturmaca sonunda, nihayet bir doktor, elimdeki hiçbir filme bakmadan beni can kulağıyla dinliyordu. Hiçbir tetkikle ilgilenmedi dinledi ve dedi ki; “Romatizmayı anlatıyorsun. Mekanik olduğunu düşündüğümüz pek çok sorun romatizma ile karıştırılıyor, bir romatolog ile görüşmeni öneririm.” Ve bingo: Yapılan basit bir kan testi (ANA-ENA) ile yıllardır boğuştuğum sorunun romatizma olduğunu öğrendim. Hemen, nispeten yan etkisi az olan ilaçlara başladık. Buna karşın midem, başım, bağırsaklarım isyan ediyordu. Bu ilaçlar en hafifi ise, daha ağır durumdaki diğer insanları düşünmek istemiyor ve şifa diliyordum hem kendime hem şifa bekleyenlere. Çünkü bazı tür/şiddetli seyreden romatizmalar, kemoterapi bile gerektirebiliyor.

 

Fakat temel sorun şu idi: Hastalığı neyin tetiklediği veya şiddetini arttırdığı bilinmiyordu. Diyetime dikkat etmeden ve sadece ilaçlarla birkaç yılım böylece geçti.
Sonra bir gün Canan Karatay isimli bir hekim gördüm ekranda. İltihaplı romatizma vb hastalıkların şekerli beslenme ile tetiklendiğini belirtiyordu.

Biz Selanik kökenliyiz. Hamur işi, can damarımız! Hayatım boyunca kilolu olmamıştım, ince narin bir kemik yapım vardı ama ağrılarım kronik idi. Eşim ise, yıllarca diyetisyen kontrolünde kilo verip sonrasında fazlasıyla geri almaktan yılmış ve aynı boyda olmamıza karşın benden tam 50 kg fazlası ile yaşından büyük gösteren halde yaşamayı kanıksamıştı. Karatay hocanın kitabını aldık. Çok mantıklı idi anlattıkları ve bir hayli bilgi sahibi olduk o dönem. Eşim, sadece hafta içi günleri kitaba uyarak ve hafta sonları Allah ne verdiyse yiyerek, 6 ayda 17 kg verdi ve sonunda Canan Hoca ile tanışmaya karar verdik.

Eşim kilo sorunu için giderken ben iltihaplı romatizma için gitmiştim. B vitamini, D vitamini ve folik asitin önemi hk ilk o zaman bilgi sahibi oldum. Olması gerekenin 10da 1’i kadar D vitamini ile yaşamaya çalışıyormuşum meğer. York test yaptırdım hocanın tavsiyesiyle ve mayalılar başta olmak üzere sevdiğim en varsa, alerji geliştirdiğimi öğrendim. Ve kimse kusura bakmasın: 1980 sonrası hekimlere güvenmeme hakkım saklı kalmak üzere, vicdanlı ve kendini bilime adamış, “ben oldum” demeyen, gelişime açık hekimlerimizin de var olduğunu kabullendim.

5-6 ay kadar, yoğurt, peynir, ekmek dâhil mayalı her şeyden uzak durmayı başardım. Bulgur pilavı, makarna, mayasız ekmek vb yiyordum. Hatta hiç istemeden 7-8 kg verdim. Amacım bu değildi. Yine de o döneme, hayatımın en hafif dönemi diyebilirim. Çünkü bu hastalıkta adeta eklemleri iple aşağı çekiyorlar, zincire bağlı gibi hissediyorsunuz; ama beslenmeme dikkat ettiğim o dönemde, bariz bir hafifleme olmuştu bende.

Bu hastalık asla kendini unutturmaz ama, insan rehavete kapılıyor bazen. Yıllar geçti, bu düzeni bir hayli ihmal ettim. Eşim yeniden kilo aldı, benim de ağrılarım, ödemlerim coştu. Ve şimdi belirtilen o ki, atladığımız çok ciddi bir detay varmış: Gluten. Mayasız da olsa, günde 3 öğün yediğimiz her şeyde, pilavda, makarnada, ekmekte sürekli gluten alıyoruz ve artık bağırsaklarımın geçirgenliği bloke olmuş. Tabiri caizse, kevgire dönmüş. Ne yediğimin yararını görüyorum ne konstipasyondan kurtulabiliyorum. Bir de bağırsaklar için ilaç almak durumunda kalıyorum. Yani, yararlı yiyeceklerden de fayda alamıyorum, ona bile saldırır durumda sistem.

Gluten konusundaki bu farkındalık bende çok geç oluştu. Araştırdıkça dehşete düştüm…  Daha yazmayayım, bkz: Google.

Ve minik oğluma, önemli bir borcum var:
Hastalığım sebebiyle doktorlar epidural doğuma cesaret edemeyince, genel anesteziyle bayıltılarak sezaryen doğum yaptım.  Üzerine, hamilelikte ve sonrasında, ben de bebeğim de çok bilinçli beslenemedik. Ona normal doğum hediye edemedim. Oysa bir bebeğe en güzel hediye, normal doğum.

Yavrumu (en azından artık) yapay şekerden uzak tutmak istiyorum. Meyvenin de fazlası zarar evet. Ama ben işteyken aile büyüklerimiz, simit, kek, kurabiye, meyve ne buldularsa vermişler iyi niyetle. Şekerli gıdaya o kadar düşkün ki; artık kontrolü ele almaya ve en azından kendi yaptığım glutensiz ürünlerle ve rafine şekerden uzak beslenmesine gayret ediyorum. Denemek zorundayım. Denemek zorundayız.

Canan hocam duymasın. Paketli olan her şeyden uzak durun diyor, çok haklı, ama unsuz da kurabiye olmuyor. J

[/vc_tta_section][/vc_tta_tabs]