Kasım 2021 sonlarında bir “Doktorlar whatsapp grubunda” Omicron varyantı (mutasyonu) ile ilgili olarak yazdığım bazı cümleleri, Merih Hanım blogunda (www.glutensizdunya.com) paylaşmıştı. Bahsi geçen varyant bu tarihlerde yeni ortaya çıkmıştı, kaynağının Afrika kıtası olduğu söyleniyordu ve son derecede öldürücü olmasının beklendiğinden bahsediliyordu. Tabii, varyantın ortaya çıkmasından sorumlu tutulanlar da yine şu mendebur aşısızlardı. Yazımda, “dünyada bu kadar yer varken, aşılama oranının uzak ara en düşük olduğu ve aynı şekilde beslenme, kalabalıklık, sağlık ekip ve ekipmanları gibi tüm olumsuz koşullara rağmen ölüm oranının da en düşük olduğu bir kıtadan nasıl oluyor da öldürücü bir varyant çıkıveriyor ve bu varyanta rağmen de hala Afrika’da ölümler neden artmıyor; bu işte bir tuhaflık yok mu” diye sormuştum.

Aradan geçen 1.5 aylık süreç içindeki gelişmeler nedeniyle bu konuda bir açıklama yapma gereği duydum. Öncelikle, Omicron’un iddia edildiği gibi çok daha öldürücü veya daha ağır kliniğe sebep olan bir varyant olmadığını hepimiz gözlemledik. Lakin, bulaşıcılığı belirgin olarak daha yüksekti. Farklı yorumlarla değerlendirilen bu tablo birçok kişinin kafasını karıştırdı.

Oysa, durum o kadar karışık değil. Hatta, önceki yazılarımı okudu iseniz (okumak için tıklayınız), olması gerekenin -ve sonunda olacağın- bu olduğunu daha önce anlattığımı hatırlayacaksınız. Afrika’dan çıkan Omicron’un diğerlerinden çok daha öldürücü bir varyant olduğu çığırtkanlığı yapıldığı için ben Kasım ayında ilk paragrafta geçen çelişkiyi dile getirmiştim. Halbuki, tüm Dünya’da vaka (pardon pozitif PCR testi) sayısı rekorlar kırarken, ölüm sayısı belirgin olarak düşmüş, yoğun bakıma yatırılan/pozitif vaka sayısı oranı ise çok çok daha düşmüş durumda (bazıları yoğun bakıma yatan hasta sayısının arttığını ileri sürerek felaket tellallığını sürdürmeye çalışıyor, ancak matematikten anlayan biri yukarıdaki parametreyi (oranı) kullanır).

Peki bu ne demek?… Neden nezle kadar hızlı bulaşan bir hale geldi? Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Bu, daha önce anlattığım üzere iyi -ve beklenen- bir şey… Pandemi kriterlerinin tüm dünyada yok olması anlamına geliyor. Virüs ile insan hücresinin artık birbirleri ile uyumlandığını, birbirlerine adapte olabildiklerini, ortak bir paydada buluşmaya başladıklarını gösteriyor. Her ne kadar bu varyantta mutasyonun sadece Spike proteini üzerinde olduğu bildirilmişse de, belli ki konak hücre içinde daha uyumlu bir şekilde varlığını sürdürme faaliyetleri ile ilgili kodlarında da değişiklik olduğunu anlayabiliyoruz. Tabii, konak (yani insan) hücresinin de aynı şekilde virüsün varlığına uyum gösteren değişimler geçirdiğini kabul etmemiz ve ona da kredi vermemiz lazım. İşte bu, biyolojinin doğal bir süreç içinde geliştirdiği mutasyondur…

Mutasyonun kötü bir şey olmadığını, kötü veya tehlikeli olanın doğal seyri bozulmaya zorlanan mutasyonlar olduğunu ve maalesef doğal seyri bozulmuş mutasyonların da aşılar yüzünden geliştiğini ısrarla anlatmaya çalıştım. Aşılı olmayan insanların ise, virüs ile insan hücresinin birbirlerine uyum göstererek var olabilme konusunda çalışma yapabilecekleri fırsatların yaratıldığı ortamlar oluşturduğunu, iyi/ölümcül olmayan mutasyonların bu şekilde oluşabileceğini ve pandeminin sonunu getireceğini yine ısrarla vurguladım. Nitekim, dışlanan, hor görülen, cahillik ve bencillikle suçlanan ve Anayasal hakları sınırlanan aşısız insanlar, aşılıları da mutlu sona vardıracak olan uyumlu mutasyonların jeneratörü oldular ve Covid enfeksiyonunun gribe ve hatta nezleye indirgenmesinde esas rolü oynadılar. İşte bu yüzden bu ılımlı/az ölümcül varyant aşısızların çoğunlukta olduğu Afrika kıtasından çıktı. Dünyadan birçok ülkenin küçümsediği, hor gördüğü bir kitle bir bakıma bu Dünyanın kurtarıcısı oldu… Ne ilginç bir ironi; değil mi?

Şu anda, bildirilen Covid 19 ile ilgili günlük vaka ve ölüm sayıları mevsimsel gribin (Influenza) istatistikleri ile aynı düzeyde. Yine de bu rakamlar çok değil mi diyen olabilir. Ancak, geçmişte Influenza için de her gün vaka ve ölüm sayıları basında bildirilseydi, o zaman aynı durumu görürdünüz. Bundan sonra tarama amaçlı olarak Influenza’ya PCR testi yaptırmaya başlasak, inanın bana, çok daha yüksek rakamlar görürüz.

Yani bu Pandemi denilen bela bitiyor mu? Doğanın kurallarını bozacak bir müdahale yapılmazsa, öyle gibi gözüküyor. Bana göre, aşılama olayı (ve maalesef yapılma amacıyla tamamen alakasız olan kitlesel PCR testleri) Pandeminin uzamasının en büyük sebebi idi. Nitekim, aşılama oranının neredeyse %100 olduğu ülkelerde Covid’in tavan yaptığı ve ağır kliniğe yol açan varyantların genellikle buralardan orijin aldığı, buna karşılık aşılama oranının çok düşük olduğu ülkelerde ise Covid’in daha az gözüktüğü ve daha az öldürücü etki yaptığı ve Omicron gibi daha uygun varyantların çıktığı yerler olduğu gerçeklerini göz önünde bulundurur isek, bu durumun başka bir açıklaması da olamaz.

Yine kafa karışıklığını önlemek amacıyla bir tespitte daha bulunayım. Bazı insanlar Omicron varyantının çok kolay ve hızlı bulaşmasını çok tehlikeli buluyorlar. Hatta tekrar kapanmaya çalışanlar, PCR testi kriterlerinin gevşetilmesini büyük hata olarak bulanlar var. Öncelikle, bu noktada kapanmak, yapılabilecek en yanlış şey olur. Daha önceki yazılarımda, doğal sürecindeki bir mutasyon sonrasında patojenin ya eradike olacağını (yani insan ırkına hiçbir tehdit olmayacak hale geleceğini) ya da çok daha kolay bulaşan, ancak semptomsuz veya hafif-orta derecede semptomlarla atlatılan bir enfeksiyon ajanına dönüşeceğini söylemiştim. Coronavirüs zaten üst solunum yolu enfeksiyonu yapan, nezle veya grip virüsüne benzeyen bir patojendi. Bu türlerin eradike olması beklenemez. Diğer opsiyon gerçekleşecekti zaten… Bu varyantla ne kadar çok kişi karşılaşır ise, kitlesel immünite de o kadar büyük olacak… Ve Corona da tarihteki yerine geçecek… Peki, ileride Corona’dan kimse ölmez mi? Influenza (grip) virüsü enfeksiyonundan ölen ne kadar olursa, en fazla o kadar kişi ölür…

Tabii… Şunu da sorabilirsiniz. Dünya nüfusunun büyük bir kısmı Covid aşısı oldu. Peki, bu kişiler kötü ve ölümcül varyant oluşumuna ortam hazırlıyorlar ise, Pandemi uzamaz mı? Evet kısmen uzar, zaten bu yüzden uzadı da… Ancaaak… Şimdi çok ilginç bir şey söyleyeceğim. Virüs zaten hem kendisini koruyacağı hem de konak hücreyi yaşatabileceği bir çözüm peşinde. Omicron ve ondan sonraki iyici varyantlar bu çözüme çok yakınlar… Sonra ne olacak biliyor musunuz? Burada sıkı durun… Çözümü bulan varyantların bilgisi, aynen göç yolunu bulan kuş sürülerinin birlikte hareket etmesi gibi, Dünyadaki diğer tüm Coronavirüs varyantlarına aktarılacak (Rupert Shaldrake’in “Morfik Alanlar Teorisi” gereği)… Şaşırdınız, değil mi? Biliyorum, şimdi bir sürü insan, “bu ne saçmalıyor” diyecek ve desinler de… Lakin, bu mevcut bilimsel yöntemlerle gösterilebilecek bir şey değil… Ancak, Biyoloji de bizim bilimimiz kadar yetersiz olmak zorunda da değil. O Biyolojide öyle çözümler var ki, bilseniz aklınız durur… Bu bilgiyi hazmedebilmeniz için konuyu burada kapatıyorum.

Şimdi, yanlış anlaşılmama adına bir açıklama daha yapayım. Birincisi; ben konsept olarak “aşılama” kavramına karşı değilim.  Ancak, mevcut aşıların (sadece Covid aşılarından bahsetmiyorum, tüm aşıları kastediyorum) içerikleri istenen amaca hizmet etmediği gibi, özellikle uzun vadede çok ciddi sağlık problemlerinin sebepleri oluyor. İstenen amaca hizmet etseler idi, rapel (hatırlatma dozu) diye bir şeye de gerek olmazdı ve kalıcı ve yüksek oranda koruma sağlarlardı. Çünkü, beden alanına giren bir yabancı antijeni bir kez işleme aldı mı, bir daha asla unutmaz, hayat boyu bu bilgiyi saklı tutar. Eğer aşı ile amaçladığınız antijenlere karşı kalıcı bir bağışıklık oluşturamamışsanız, zaten aşının içeriği hatalıdır.

Tekrar ediyorum, aşının içinde hedef antijenin veya bu hedef antijeni konak hücreye sentezlettirecek kodların bulunması, bahsi geçen hedef antijene karşı kalıcı (hayat boyu) bağışıklık oluşması için yeterli olmuyor ise, nerede hata yaptık diye düşünmelisiniz. Doğal yolla geçirilen bir enfeksiyondan sonra da kalıcı bağışıklık oluşması gerekir. Yani bunun bir süresi yok aslında… Bununla birlikte, aşıdan sonra veya hastalığı doğal yolla geçirenlerin aynı enfeksiyona tekrar tekrar yakalandıkları vakalarda “bağışıklık sisteminin fıtratı budur” diyerek işin içinden sıyrılmayı doğru bulmuyorum. Bunun mekanizmalarına girmeyeceğim.

Ve fakat bir kez daha tekrarlayacağım… Lütfen herkes şunu bilsin: “Bağışıklık sistemi bir antijeni bir kez işleme alıp tanıdı ise, hayat boyunca onu unutmaz“… İsteyen ürününü satmak veya yapamadığı şeye kulp bulmak için tersini söylesin, ancak işin doğrusu budur. Ha diyeceksiniz; “hedef antijen mutasyona uğramış ise, aşı veya önceden enfekte olan hasta ne yapsın?”. Bilimsel olmayan bir cevap vereceğim buna… İnanın bana… Mikrorganizmanın giriş şifrelerini değiştirmesi çok önemli değil. Bizim mevcut ekipmanlarla ölçmeye muktedir olamadığımız bir şekilde her molekül, hücre ve organizmanın değişmeyen bir kimlik bilgisi var. Buna isterseniz “imza frekansı (signature frequency)” deyin isterseniz başka bir şey deyin. Sağlam (ayarı bozulmamış) bir immün sistem bunu her şekilde tanır ve hızlıca bağışık yanıt oluşturur… Siz istediğiniz kadar mutasyonla antijenlerini değiştirin… Evet… Neredeyse hiçbir şey bize Tıp Fakültesi’nde anlatıldığı gibi değil, değil mi? Matrix Dünyasına hoş geldiniz :))…

İkincisi; öyle ya da böyle, şu anda elimizde bu aşılar varsa, isteyenin, arzu edenin bu aşıları yaptırması gerektiğini düşünüyorum… Ancak, sınırlarını ve yan etkilerini, sakıncalarını bilmek koşuluyla… Çok sık duyduğumuz, “bu aşıların hiçbir yan etkisi yok, güvenle kullanabilirsiniz, %96 oranında da korur” cümlesinde bu tür bir bilgi var mı sizce? Neden yalan söyleniyor? Doğrusunu yazan, söyleyen neden sansürleniyor? Bu konularda çok şey söylendi. Ben de daha fazla yazmayacağım…

Son olarak, son günlerde ülke genelinde alınan kararlarla ilgili olarak bir şeyler söylemek istiyorum… PCR testinin semptom göstermeyenler dışında kimseye yapılmaması kararı doğrudur, ancak eksiktir. Bana göre, gereksiz korkuyu pompalayan bu test tamamen kaldırılmalı… Dediğim gibi, Influenza’dan ölen o kadar çok hasta var ki… Yapın bakalım her burnu akana, kırıklığı olana Influenza PCR testi… Bunların içinden yoğun bakıma yatıp ölenleri de her gün yayınlayın… Buyurun size Influenza pandemisi…

Peki, karantina süresinin 7 güne indirilmesi konusu… Ben zaten 14 günü de yanlış buluyordum, ancak konu bu değil… Bu tür karantina süreleri, “kuluçka süresi” dediğimiz süreç göz önünde bulundurularak hesaplanır. Bu süre, beli bir patojen mikroorganizma (bu vakada Coronavirüs)-konak hücre (bu vakada insan hücresi) ilişkisi göz önüne alındığında neredeyse sabittir. Dolayısı ile, belli bir enfeksiyondan bahsediyorsanız ve bunun için “kuluçka süresini” dayanak alarak bir karantina süresi hesaplıyor iseniz, bu süre ile oynama şansınız ya yoktur ya da artı eksi bir gün gibi çok ufak revizyonlarla değiştirebilirsiniz. Ama 14 gün olarak ilan ettikleri ilk karantina süresi birden 7 güne indirildi…

E o zaman hazır bu konuya girmiş iken, hamilelik süresini de 4 aya indirsenize? Uzun süren hamilelik dönemi ciddi bir iş ve ekonomik kayba sebep oluyor. 4 ayı geçen hamilelik olursa da onu postmatür gebelik sınıfına alırsınız… Allah aşkına Biyolojik olaylarda “fetva” ile zaman değiştirmek olur mu?… Şaka mı bu? Siz, insanların zekâsı ile alay edercesine böyle kararlar verir iseniz, sonraki kararlarınızı ciddiye alan, güvenen olur mu?

Ve ne yazıktır ki, sözde “Bilim Kurulu üyeleri” böyle bir açıklamaya sessiz kalıyor ve ağızlarını açıp bir kelime etmiyorlar… Bir Profesör “küçücük bir pıhtıcıktan ne olabilir ki” diyerek ve sonrasında da sosyal medya hesabından kendisini eleştiren insanlara ağır, ağıza alınmayacak küfürler ederek kendisini tüm Dünya’ya rezil ediyor, bir başkası “hepiniz köpek gibi aşı olacaksınız” diye halkına hakaret ediyor… Ancak, Biyoloji’nin “B” sini bilen herkesin “böyle saçmalık olur mu” diyeceği bir hususta ağızlarını bile açamıyorlar. Amacım, kimseyi deşifre etmek, rezil etmek veya hakaret etmek değil… Herkes hata yapabilir, amacını aşan söz ve eylemlerde bulunabilir veya tepki göstermesi gereken noktalarda basireti bağlanıp sessiz kalabilir… Ancak, bir noktadan sonra silkelenmeyi de bilmek lazım…

Maalesef, bu süreç -sadece ülkemizde de değil, tüm Dünya’da- akademik titrlerin ve Bilim Kurulu gibi safsatalı grupların itibarlarının neredeyse sıfırlandığı vakıalarla geçti… Meslektaşlarımın yeminlerini unutarak etik ve bilimsel olmayan söylemler içinde kaybolmalarını ve “hekimlik” mesleğinin itibarını geri dönüşümsüz olarak zedelemelerini büyük bir üzüntü ile gözlemliyorum. Eğer bu süreçleri atlatıp normal hayata geçebilir isek, sonrasında herkesi geçmişteki söylem ve eylemleri ile ilgili olarak bir özeleştiriye davet ediyorum. Biz hekimler, mesleğimizi ilgilendiren hususlarda siyasetle, kişisel intikam duygularıyla hareket edemeyiz. Hele hele insanları kutuplaştıran, ayrımlaştıran amaçlara hiç hizmet edemeyiz… Hastalarımıza, hastalarımızın seçimlerine ve diğer meslektaşlarımıza saygı duymamız gerekiyor… Bunu kaybeder isek, çok şerefli ve kutsal bir mesleği katletmiş oluruz…

Saygılarımla.
Doç. Dr. Cüneyt Konuralp.
15.01.2022

Doç. Dr. Cüneyt Konuralp’in Tüm Yazıları >>>

YAZI 1- Bağışıklığın takibinde antikorlar doğru kriter mi?

YAZI 2 – Aşısızların mutasyona sebep olup aşılıları riske attığı doğru…?

YAZI 3 – Mutasyon halka algılattırılmaya çalışıldığının aksine, KÖTÜ DEĞİL, İYİ…

YAZI 4 – mRNA Aşılarındaki Grafen Meselesi

YAZI 5 – Dr. Cüneyt Konuralp’ten okuyucularım için özel derleme

YAZI 6 – Corona Gündeminde Sansür, Bilgi Kirliliği ve Gerçekler

YAZI 7 – Antikorlarla ilgili Saklanan/Bilinmeyen Gerçekler

YAZI:8 Yeni varyant Omicron (NU) üzerine

YAZI 9: Omicron varyantı iyi mi, kötü mü? Ne olacak şimdi?

YAZI 10: Plasebo, Nosebo ve Sebo etkileri ve Pandemi ile ilişkileri

YAZI 11: Sürecin Sonu

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz